“Ortaokulda kır çiçeklerini ezerek boyalar yapmaya çalıştığımı anımsıyorum” diyen Ressam Olcay ÖZKAPLAN eserlerinde kullandığı teknikleri bizimle paylaştı. Temsili değil soyut resimler yapmayı sevdiğini ifade eden ÖZKAPLAN; bu yolla düş gücünü daha özgür bir biçimde tuvale aktarabildiğini söyledi.
Kendinizden bahseder misiniz?
Emekli bir Kimya Mühendisi ve çalışmakta olan bir ressamım. Yaşamımı paylaşmaktan hep mutlu olduğum bir eşim ve çok sevdiğim bir oğlum var. İki ay sonra da babaanne olmayı bekliyorum.
Resimle ilk tanışmanız ne zaman oldu? Eserlerinizde kullandığınız teknikler nelerdir? Bu tekniğe ulaşmak için nasıl bir süreçten geçtiniz?
Kendimi bildim bileli resim yapmayı; resme bakmayı severim. Okul defterlerim, kitaplarım kenarına köşesine çiziktirilmiş figürlerle, renklerle bezenirdi. Ortaokulda kır çiçeklerini ezerek boyalar yapmaya çalıştığımı anımsıyorum. Lisede cumartesi günleri yarım gün ders olurdu ve öğleden sonraları ben resim sergilerini tekrar tekrar gezerdim. Mühendislik eğitimi ve çalışma yaşamı boyunca ara ara resim yapmaya devam etsem de genelde resimden uzak kaldım. Emeklilik sonrası resim neredeyse tüm zamanımı hasrettiğim bir uğraş oldu. Kendimi geliştirmek için Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü bitirdim. Sonra da Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım. Okul yaşamı boyunca pek çok farklı resim tekniğiyle tanıştım. Seçmeli derslerimin hepsini baskı sanatları bölümünden alarak baskı resim tekniklerine de aşina oldum. Okul eğitimimin yanı sıra gezdiğim sergiler, galeriler ve müzelerin yurt içinde ve yurt dışında izlemeye, incelemeye özen gösterip zaman ayırdığım mekanların bana büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. Resim yapma sürecini oyunlaştırmayı; deneyselliği seviyorum ve farklı teknikleri, farklı malzemeleri bir arada kullanmak bu sürece zevk katıyor. Tuvallerimde, kâğıtlarımda akrilik, sulu boya, guvaş, kuru boya, pastel boya, kara kalem bir arada yer buluyor. Serigrafi, şablon baskı, malzeme baskı tekniklerini mono printler şeklinde kullanıyorum. Bazen bilgisayarda ürettiğim imgeleri resim yüzeyine transfer ediyorum. Çoğunlukla kendi boyadığım, çizdiğim kağıtları, pirinç kağıtlarını, paket kağıtlarını kolaj, dekolaj teknikleriyle bir tür yapıbozum mantığı içinde uyguluyorum. Bu boz-yap süreci etkilendiğim güncel olaylarla, yaşadıklarımdan süzülen duygularla ve uyumluluk, çeşitlilik, hareketlilik, derinlik, denge, renk ilişkileri gibi ölçütlerle şekilleniyor. Kolajın heterojenlik, metin, biçem ve temaların çoğulluğu, çok değerliliğin yanı sıra izleyiciyi anlamı ayırt etmek yerine anlam üretmeye davet potansiyelini vurgulayan Derrida görüşünü değerli buluyorum.
Yaşadığımız toplumda genelde sanata karşı yeterli ilgi var mı, toplumumuz sanata nasıl bakıyor?
1880’lerden bu yana devlet eliyle ülkemize getirilmeye çalışılan modernizm; belki de kendi doğal gelişim sürecinde ilerleyemediği için tüm toplumu kapsayıcı bir kültürel dönüşümü başaramadı diyebiliriz. Görsel sanatlar açısından özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük kentler ve ülkemizin diğer bölümleri arasında çok ciddi anlayış ve üretim farkları var. 1880’den sonra kültür endüstrisinin parasal önem kazanmaya başladığını görüyoruz. İstanbul, Ankara gibi illerde müzeler, galeriler, güzel sanat okulları açılıyor; koleksiyonerler ortaya çıkıyor. Bienaller, çağdaş sanat etkinlikleri düzenleniyor. Hatta yurt dışında koleksiyon ve müzelerde kendine yer bulan sanatçılarımız da var. Çok sayıda genç yaratıcı sanatçı başarılı üretimlerde bulunuyor. Ancak tüm bu gelişmelerin elit bir kesimin ilgi alanında kaldığını görüyoruz.
Son serginizi İstanbul’da Vakıfbank Genel Müdürlüğü Sanat Galerisi’nde açtınız. Serginiz için başlangıç noktanız ve ana temanız neydi?
Bu sergideki resimler son iki yılda yaşamımdan, duygularımdan izler taşıyor Toplumsal bir varlık olan her insan gibi içinde bulunduğum ortam, yaşadığım ülke ve dünyadan doğrudan ya da dolaylı etkilenim içindeyim ve bu süreçte ortaya çıkan bireysel ve toplumsal değerler dizgesi resimlerimde izlekler, arayışlar, formlar, imler, metaforlar, renkler… şeklinde bir üretimle sonuçlanıyor. Temsili değil soyut resimler yapmayı seviyorum. Bu yolla düş gücümü daha özgür bir biçimde tuvale aktarabildiğimi düşünüyorum. Soyut anlatımın biraz gizemli, net açıklanmamış olan yarı karanlık bölgelere dair imler taşıdığına ve izleyenin de yeni anlamlandırmalarına olanak sağladığına inanıyorum. Resimsel alan kuşkusuz yalnızca ressam ve resimden oluşmaz. Halkanın tamamlanması için izleyici de gereklidir. Umber-to ECO’nun da belirttiği gibi izleyiciye tek bir anlamın kendini zorla kabul ettirmesini önlemek gerekir. Sergimin temasını resimlerimin izleyici tarafından okunacak görsel mektuplar olduğu düşüncesi belirledi ve serginin adını “İzleyiciye Mektuplar” olarak koydum. Kanımca izleyici resmi kendi algısında yeniden yaratır, resmin söylediğinin dışında kendisi ona yeni bir şeyler söyletir ve böylece resmin alımlanma alanı genişler ve bir nevi yeniden üretim gerçekleşir. Resimlerimin izleyenlerde estetik haz uyandırması, yeni yorumlamaları tetikleyebilmesi ve bu yolla çoğulluğa evirebilmesi en büyük dileğim…
Resim sergilerinizden bahsedelim kaç kere sergi açtınız ve temalarınız nelerdi?
İçinde İzmir 2. Bienali ve 68. Devlet Resim Heykel Sergisi
de olan pek çok karma sergiyekatıldım. Kişisel sergilerim: “Töre Cinayetleri”, 2008,
AKM İstanbul
“Oluşum”, 2009, Resim heykel müzesi G. S. Galerisi, İstanbul
“İç görü”, 2014, K.B. ÇarşıKültür Merkezi, İzmir
“İzleyiciye mektuplar-1”,2015, A.B.Atilla Sav Sergi Salonu, Ankara“İzleyiciye mektuplar-2”,2015, V.B. Gn. Md. Sergi Salonu, İstanbul
Bir yanıt yazın